6 Şubat 2013 Çarşamba

Stockholm

Önce bilgi veriyorum arkadaşlar, boku bokuna öğrenmedim ben bunları. Öhm. Stockholm on dört adanın üstüne kurulmuştur.
Buydu işte.
Bi de kültürele geliyorum. Şehirde yaklaşık 70 tane falan müze var, keşfedip 'benim de yaşadığım hayat mı arkadaş yea' diyerek eğlenebileceğiniz BİRKAÇ tane de saray bulunur. Birkaç kelimesine odaklanmayın tabi. Her adım başında saray var.
Şimdi bizim gibi fakir gençliğin ayakkabı eskite eskite yürüyebilceği saray maray değil böyle turistler için para tuzağı oluşturulmuş yerlerin dışında gerçekten Stockholm'de nereler var, oraları anlatacağıms.
Bi kere gündüz günışığıyla falan gidiyim geziyim diyosanız gezmeyin, çünkü kışın günde 6 saat falan aydınlık oluyor burası, o süre zarfında da güneş falan göremezsiniz.
Annemler gibi Ikea köftelerinin hastayısıız yeaaa diye gezinenler için Ikea köftesi teriminin çıktığı yerde, yani İsveç'te, İsveç köftesi yemenizi öneriyorum. 5 6 tane değil 25 26 tane falan yeniliyor ondan. Ikea'daki huysuzlar gibi tabağı kafanıza fırlatanlar da yok tabi. Domuz eti meti de demeyin, tavuk siken bir milletiz; domuz eti mi yemeyeceksiniz yani?
Ben şahsen Stockholm'ün en çok kışa hazırlanmasını sevdim. Yılbaşına, kara, kışa, çam ağaçlarına sapık gibi bir ilgim vardır da.




Şehir merkezinde koccaman ışıklı kule benzeri bir şey yükselmekte. -böyle ciddi cümleler kurunca havalara giriyorum- O kocaman kule benzeri şeye sırtınızı verip düz gidiyorsunuz, ilk sokaktan sağa dönüp gördüğünüz insana soruyorsunuz, 'buralarda bir asya restoranı varmış bilader, orası nerde?'
Şimdi İskandinav ülkelerinden birine gittiniz ama ben çıktım diyorum ki, asya mutfağı. OLM ben hayatımda yurtdışında bir yerde bu kadar enfes yemek yediğimi hatırlamıyorum. Yani sanırım 8 9 tabak falan yemek yedim. Böyle iki tane açık büfe düşün, birinde pişmemiş envai çeşit et, utanmasalar insan eti de koyacaklarmış, diğerinde de pişmemiş envai çeşit sebze -burda cidden utanmamışlar e-5 kenarında yetişen otları bile sebze diye yemiş olabilirim-. Böyle tabağa tepeleme yapıp götürüyosun etleri sebzeleri, senin için adamlar 5 dakikada ete, sebzeye göre sosunu otunu bokunu koyuyolar sana veriyolar. Alıp yerine gidiyosun, yiyosun, sonra diyosunki olm bidaha ben böyle yemek bulamam, bi tabak daha alayım. 
Allah kitap aşkına Stockholm'e giderseniz o dediğim yeri bulun. Pişman olmazsınız yani. 
Bu da o dediğim kule benzeri şey;



Tabi ben o sırada çok açtım, kusura bakmayın fotoğrafın bok gibi olduğuna, çekmeden geçmeyeyim dedim ama yani. Neyse biraz daha iğrençliği üzerine konuşursam silicem. Hayır ben o restoranı bulabilin diye koydum bunu zaten.
Neyse.
İsveç'e dair söylemek istediğim diğer şeylerden biri de evler; 17.yy evleri kırmızı, 18.yy evleri sarı ve daha yeni binalar kırık beyaz falan burada. Yani eve bakıp artistik yapabiliyorsunuz 'mimarisine göre hmm, bu ev 17.yy'dan kalma.' Çok pis artistlendiğim oldu bu şehirde aynen o cümleyle. Ama olay renklerde bitiyor.
Şehirde görülmesi gereken yerlerden biri de kesinlikle Gamla Stan. Arnavut kaldırımı benzeri sokaklarıyla, o ışıklandırmalarıyla gerçekten Stockholm'e dair özlediğim tek şey -yemekten sonra tabi-.

Buraya dair söylemek istediğim son şey ise parasıyla alakalı. Burada bildiğiniz üzere euro falan kullanılmıyor. Buranın para birimi kron. Ve işin komik tarafı kron cidden bize göre çok düşük olduğundan, şehirdeyken kullanması baya zor. Mcdonalds'a gidiyorsun bi McChicken 67 kron. Oha kanka. Oha.
Hayatımın en değişik tepkilerinden birini Sigtuna'daki bakkalda verdiydim bu kron işi yüzünden. Bi sosisli bi su 17 kron.
İnsan ister istemez kapalı çarşı mantığıyla türk parasıyla falan düşünüyor.
Bi de burda insancıl su bulamazsınız. İsveçlilerin hepsi o Akmina benzeri şeylerden içerler. Normal suyu anca muslukta buldum ben evde kaldığım zamanlarda. O yüzden restoranlarda falan belirtin, insancıl su istediğinizi söyleyin. Yoksa paso geğirmek zorunda kalırsınız.
Stockholm'den bu kadar. Şehirde gezdiğim süre boyunca hava ebesi kadar karanlık olduğu için, daha doğrusu güneş hiç olmadığı için, pek hoş fotoğraflar yok. O gezide yanımda hesap makinası kadar megapiksel bulunduran bi fotoğraf makinası vardı da, ondan böyle.
Gelmeyin üstüme lan tamam:( Tamam bidaha olmaz :( Zaten İsveç maceramdan sonra aldığım fotoğraf makinesiyle bütün avrupayı çektim, bu yazıdan itibaren gittiğim yerlerin fotoğraflarına ben bile aşık olurum. 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder