12 Temmuz 2013 Cuma

Roma

Romalılar savaş için veya başka sebeplerle gittikleri her yere yol yaparak giderlermiş. Bu yüzden bir laf vardır; her yol Roma'ya çıkar.
Roma konusunda ilk anlatmak istediğim yer tabiki Vatikan şehri. İnsanın bu şehirde Hristiyan olası gelir. Vatikan'ın içini görünce 'kusura bakmayın ama burası bizzat allah bence' falan dersiniz. Muhteşem bir yapıdır, kiliseye üç kapıdan girilir. Hatta üç kapıdan ikisi özeldir, biri cenazelerin çıktığı biri de gelinle damadın girdiği kapıdır. Çarşamba günleri Vatikan'a gidilmez, hutbe vardır. Papa çarşamba hutbesinde konuşurken ağlayan bi ton insan görürsünüz, ben anlamıyom ne diyo bu adam bu kadar diye triplere girersiniz. 
Şaka bir yana Vatikan büyüleyici bir yerdir. Hem kilisesiyle hem müzesiyle benim gibi tarih meraklılarının onlarca kez gitse de sıkılmayacağı ender yerlerdendir. Papa bu devlette yasamanın yargının yürütmenin falan başıdır. Adam baya baya rocks. Söyledikleri yasa hükmündedir ve kendine has özel kıyafetler giyen acayip komik küçük bir de ordusu vardır. 
Vatikan'da inanılmaz kuyruklar vardır hem kiliseye hem de müzeye girmek için. Saatlerce beklersiniz ama değer. Hatta burada bir uygulama vardır ki sadece Türklerin bu kadar uyanık olabileceğini düşünürdüm. İnsanlar sabahın köründe kuyruklara girerler ve sonra yerlerini gelen turistlere satarlar. Adamlar inanılmaz.
Vatikan şöyledir; 


Burası klasik haç biçimindeki kiliseler gibidir ama devasadır. Koridor boyunca yerde dünyanın bilinen en büyük kiliselerinin başlangıç noktaları gösterilmiştir ki San Pietro katedralinin ne kadar büyük olduğu anlaşılsın. Ayasofyanın da adı burada yer almaktadır hatta. Kilise benim gibi doctor who manyaklarının anlayabilceği dilde tamamen melekler tarafından işgal edilmiş bir yerdir. Meydanı, kilisenin içini, papa mezarlarının olduğu yeri kısaca her yeri heykeller basmış durumdadır.
O yukarıda gördüğünüz harfler göze küçük gelse de en az benim boyumdadır. Düşünün kilise o kadar yüksek, o kadar heybetli. 
Ana koridorun sol tarafındaki kapıdan girerseniz duvarlarında papa mezarlarının olduğu yerlere ulaşırsınız. Adamlar papaları katedralin duvarlarına gömmüşler. En ilginci çürümeyen papadır derler, güya mumyalanmamış. Bu mezar tamamen camdandır ve ölmüş adamın bedenini gördüğüne inanıp ağlayanlarla çevrilmiş bir de çevresi vardır. 


Meydan Bernini tarafından tasarlanmıştır ve şahsen benim en çok sevdiğim mimari kişiliktir kendisi. Kiliseyi korur gibi görünen sütunlarıyla hayranlık uyandırıcıdır. Burayı tepeden çekemeyeceğim için en güzel çizimi vatikan müzesinden çaldım, meydan şöyledir; 




Buradaki kuyruklar kadar insana OHA BE KARDEŞİM dedirten bir başka konu da kesinlikle Vatikan postahanesidir. Türkiye'ye kartpostal falan göndermek isterseniz meblağ 85 euro arkadaşlar. Bizim gibi oraya sadece gezmek için gitmiş ve bütçesi kısıtlı olan arkadaşlara postahaneden uzak durmalarını tavsiye ediyorum. 
Vatikan şehri içinde yer alan diğer bir dünya harikası da Vatikan Müzesidir. Müzeye girebilmek için yaklaşık 5 saat falan beklersiniz, öyle bir sıra vardır önünde. Eğer benim gibi hızlı geçiş bileti alır da rehberler eşliğinde girmeye kalkarsanız da 1 saat bekleme süreniz var. Sloganları beklemeden geçiş, yine de ayaklarınıza kara sular iniyor iki tabloyu bir de sistine şapelini göreceğim diye. O rehberler de sadece içeri sokuyorlar bu arada, öyle müzeyi gezdirmek falan yok. Zaten müzeyi kısa yoldan da gezemiyorsunuz. Hani görmek istediğiniz özel bir iki şey vardır, onları görüp çıkarım ben diyorsanız ona da izin vermiyorlar. Paşa paşa yürümek zorundasın bütün müzeyi. Ki müzenin içi de şöyledir; 


Müzenin içinde bile inanılmaz bir sıra vardır. 3 4 saatte falan anca çıkışa ulaşırsınız. Sistine şapelini de göstermeyi çok isterdim ama adamlar girişte öyle bir NO PHOTOS diye bağırıyor ki açıkçası götünüz yemiyor fotoğraf çekmeye. Çalmam gerekirse şöyleydi ;


Her ne kadar Sistine şapelinde fotoğraf çekmeye izin vermeseler de müzenin geri kalanı da inanılmaz güzelliktedir. Tavanlara öyle resimler yapmışlardır, İncil'i öyle tasvir etmişlerdir ki ağzınız açık kalırsınız bu nasıl bir iman bu nasıl bir sabır dersiniz. 


Vatikan'dan çıkar ve şehrin sokaklarına, meydanlarına gelecek olursak daha söyleyecek pek çok şey vardır ve ben bile 2 aydır Roma'yı yazmaya üşeniyorum siz buradan sonrasını okumazsınız herhalde. 
İlk olarak aşk çeşmesi olarak da bilinen üç yol çeşmesinin olduğu meydanımız vardır. Bu çeşmenin asıl adı Trevi çeşmesidir ve üç yolun kavşağında bulunduğu için veya üç yeraltı su yolunun toplandığı nokta olduğu için bu isim verilmiştir. Barok tarzda yapılmıştır ve genellikle millet evet işte ya şu arkamızı dönüp para attığımız çeşme değil mi diye hatırlar burayı, mimarisi konusunda pek bir şey bilmezler. 



Burada tam aşk çeşmesine bakarken sol tarafta Melograno Pizza diye bir yer görürsünüz. Tamamen insan cümbüşü, ömründe pizza görmemiş insanlar saldırıyor dersiniz ama 3 dakika sürer sizin de onların arasına katılmanız. Dilimli pizza satarlar ve ayakta yumulursunuz. Efsane güzeldir ama doğru pizzayı seçerseniz çünkü enginarlı pizzaları bile vardır. ENGİNAR. 
İkinci fotoğrafta gördüğünüz taraftan çeşmeyi solunuza alıp dümdüz ilerlerseniz meşhur ispanyol merdivenlerinin olduğu meydana ulaşırsınız. Tepesine çıkması oldukça problemli bir yerdir kendileri. Mesela ben çıkamadım, Floransada yaşadığım 414 merdiven faciasından sonra yemedi. Bi üç gün daha yürüyememeyi kaldıramazdım. 


Eğer bu merdivenlere sırtınızı verir dümdüz giderseniz karşıdaki sokakta Cafe Greco diye bir yer görüceksiniz ki duvarlarında Andersen'den masallardaki andersenin el yazısıyla masalların olduğu, dünyadaki en güzel çilekli turtayı yerken ayrıca dünyadaki en büyük kazığı da yiyeceğiniz yere varırsınız. 


Buranın adı zaten Antik Cafe Greco'dur. Çok eski olduğu da her halinden bellidir. Verdiğimiz paraya değer mi hala karar verebilmiş değilim. Avcum kadar iki çilekli turta üç tane de kahveye 53 euro verdik anasını satıyım. Ben beleşe verirdim hayrına. 
İspanyol merdivenlerinin çevresinde mide açısından bulunan dünya harikaları bu kadarla sınırlı değildir. Yine sırtınızı buraya verdiğinizde gördüğünüz eczanenin sokağından girerseniz sağ tarafta Pompi diye bir yer görürsünüz. Burası bütün avrupanın en güzel tiramusu yapan yeridir. Böyle karton kutularda satılır oturacak yeri yoktur 4 euro mudur nedir ama ben o şeye 44 euro da verirdim. Öyle bir bayram eder mideniz. 
Roma'da benim favori yerim kesinlikle Navona meydanıdır. İspanyol merdivenlerinden buraya yürümek biraz problemlidir ama yürüyerek gitmenizi her zaman öneririm. Çünkü şehir ara sokaklarıyla güzeldir. 



Navona meydanı bence ressamcıların ve el işleriyle uğraşanların cennetidir. O meydanda ufak tefek resimlerden koca devasa tablolara, elde yapılmış bilekliklere kadar her şey satılır ve gerçekten gece gündüz dünyanın en samimi yerlerinden biridir. Dikdörtgen gibi olan o meydanda ortası ressamlarla doludur, kenarlar da kafelerle. Zaten Roma'da kahve içmediğim yer kalmamıştı, oturdum orda da bütün gün kahve içtim dondurma yedim. 


Navona meydanına çıkarken -sokağın adını bilmiyorum ama arayın bulun- di mario diye bi pizzacı vardır. Lahmacun inceliğinde bir pizzalar yapıyor, öğrenciliğimin kara belası dominosa küfrettiriyor insanı. İkisi de pizza olarak yaratılmış olamaz diyorsunuz. İstanbulda önünden geçseniz bu ne be diyeceğiniz kadar paspal, masalarda gazete kağıtlarından bozma örtüler olan saat 5 gibi içi bomboş bir yer ama saat 8 gibi geldiğinizde kapısında kuyruk göreceğiniz efsane pizzacıdır burası. 
Bu meydanda bulunan resim harikalarından bahsettim ama asıl efsane olan yerlere oturmuş afrikalı insanların sprey boyalarla yaptıkları muhteşem resimlerdir. Gözümün önünde 80 tane boyayı karıştırıp şaheser yaratışlarını hala unutamıyorum.


Navona meydanına çıkarken ölmeden önce yapılacaklar listemden bir şeyi daha eledim, o inanılmaz mutluluk vericiydi asıl. Kilise korosuna denk geldim. Şarkıcı diye her gün radyoda dinlediklerimize küfrettiren bi andı o an. Söyledikleri ilahilerinin sözlerini anlayıp anlamamanın değil de o sesleri duymanın önemli olduğu bir şeydir kilise korosu dinlemek. Özellikle seçmişler o insanları tabiki de orası ayrı, allam özellikle yaratmış o insanları. Öyle sesler duymadım ben, nasıl bir çalışmanın ürünü nasıl bir yetenek allam çok boş bi insanım diyorum sürekli.
Navona meydanına oranla daha küçük olan diğer bir meydan ise Pantheon'dur. Roma'nın en eski katolik kilisesi olan kilisenin önünde bulunan ufacık bir meydandır burası ama her zamanki gibi yine kafelerle doludur. Orada bir garsonla tanıştım, Isabella, bana bedava dondurma verdi o kızı bulursanız benden selam söyleyin çok şekerdi bi İtalyana göre. 


Roma gerçekten inanılmaz değişik huyları olan inanılmaz güzel bir şehirdi. İtalyancadan başka dil bilmeyen soğuk tiplerle doludur açıkçası. Adama where is the toilet dersin prossima fermata gregorio pietro almasua diye cevap verirler. Toilet diyorum en fazla ne kadar kompleks olabilir amcam benim. 
Burada da İtalyanın kalanında olduğu gibi yoldan taksi çeviremezsiniz, size ne kadar uzak olursa olsun taksi durağına yürümek zorundasınız. İstanbulun canını yerim dediğim konulardan biridir bu. 
İlginç şehirdir. Vatikanın içinde lamborghini polis arabaları mı dersiniz, i heart francesco yazılı lolipoplar -ADAM PAPA AMA LOLİPOPUN ÜSTÜNDE- mı dersiniz, bu şehirde ne ararsanız vardır. 
Eğer olur da Roma'ya yılbaşında gitmeyi falan düşünürseniz Popolo meydanına da gitmenizi öneririm. Hiçbir şey olmayan bir yerdir ama bu insanlar noeli burada kutlarlar. Süslemeleriyle muhteşem bir yere dönüşür burası. 8 yaşımdayken bir kere daha gelmiştim Roma'ya, hatırladığım iki şeyden biri Popolo meydanındaki kutlamalardı. 
Roma'daki bir diğer mimari harika da Castel st. Angelo yani Melekler Şatosu'dur. Angels take Rome doctor who fanları. Heykellerden geçilmez burası. 
Çok ilginç bi mimarisi var sanırım çok anlamam gerçi de 3 kere falan kayboldum yuvarlak olan ve düz gitmekten başka çaremin olmadığı o yerde. Kalenin içinde bi tane restoran var, lan 3 kere geçtim önünden ama yukarı çıkmak için merdivenleri bulamadım. İşin sırrı orada oturan muhtar tipli amcalara yukarı nası çıkabilirim demektir. Başka türlü bulmanız imkansız falan. 
Melekler Şatosu'nun fotoğrafı yok maalesef çünkü canım fotoğraf makinemin şarj aletini otelde unutmuştum, bütün fotoğraflar da babamda ki kendisi de çok pimpiriklidir bilgisayarımda virüs vardır falan diye aktarma yapmama izin vermiyor. Neyse.
Roma güzel şehirdir. Paris'le kapışır ama çok daha güzel bir iklimi vardır o yüzden Paris'i geçer bile diyebilirim.
Çok uzun oldu. Çok boktan yazmış olabilirim çünkü Roma'yı anlatmak çok zor. İnanılmaz büyük bir şehri anca bu kadar anlatabilirim. Sanırım önümüzdeki yazıda Roma'yı ertelediğim gibi ertelediğim Verona'yı anlatacağım. 
Bi de gidecek yeni yerler de bulayım en iyisi.